Cumartesi, Aralık 05, 2009

Vampirik Yöntemler

Bazen insanları bütünüyle saf dışı bırakmak gerekiyor. Bazen öyle anlar oluyor ki buna mecbur oluyor; bırakın bekânızı, ufacık bir huzur parçası için istemeden de olsa yapmaktan çekindiğiniz eylemlere itiliyorsunuz.
Sırf biraz huzur için kendinizden ödün veriyorsunuz.
Tamamen kurmaca bir hareketler silsilesini üzerinize bir palto, bir zırh gibi geçirip oturuyorsunuz öylece. İçinizdeki yalancı devralıyor bedeninizi ve bir damlacık nefes anı için türlü taklitlerle sarıyor tepkilerinizi.
Yalan söylemek aslında bu; fakat kastım, olayı çirkinleştiren, davayı iddia makamına yutturan, toplumca son derece ayıp kabul edilen 'yalanlar' değil.
Yöntem, başka türden bir aldatmaca.
Sebep ise toplumsal normlar ve karşınızdaki insan...
Yöntem, susmak.
--
Bir derviş gibi takatli olmadığımızı varsayıyorum. Aksini iddia eden, daha sınırlar ile onu tanıştıracak olan insanla karşılaşmamış demektir.
Çileden çıkmak, bu bağlamda, an ve kişi meselesi. (Doğru zamanda doğru yerde doğru insan(lar)la)
Çoğunlukla beklentilerinin karşılanmaması kişiyi sinir harbinin soğuk cephelerine sevk eder.
Başbakanın, sizin politik görüşlerinize pi radyan kadarlık bir açıda yaptığı söylemlerden tutun da; annenizin en olmadık şekilde hareketlerinizi sorgulamasına kadar bir sürü şey...
Her şey derece derece ve bahsettiğim şey şu fani sinirlenme anları değil.
Ta içinize işleyen, sizi Nefret Dağının buz gibi doruklarına taşıyan, içsel çığlıklarınızı kriminal notalara çeviren, kalbinizde pompalanan pekmezin rengini siyaha döndüren, sizi mitralyözlerle kalabalıklara ateş açmaya davet eden türden bir şey, bir Sinir.

Tanımlık edatımız yok belki ama anlayağınıza eminim: Bahsettiğim şey, The Sinir. (frenk arkadaşlar le ya da la kullanabilir)(hispanikler ise... san andreas style, vato. micro uzi ile araba kaportasına yazılmış herhangi bir ünleme geometrisi)

Bu siniri, diğer sinirlerden ayıran şey ise sizi çaresiz bırakması. Yöntemden bahsetmemin sebebi de bu.

Aslında çaresiz değilsiniz. Aslında çok heyecan verici, rahatlamanıza sebep olacak ve içinizdeki okyanus kıyısı kumsalını uyaracak seçenekleriniz var.
Ama toplum normları!
--
Kişiler tahammül edemediğiniz hareketleri ile o fitili yaktıklarında dört seçeneğiniz var:
1. Kaçmak. (Üstelik koşarak)
2. Kavga etmek. (dilli ya da elli) (kanlı ya da kanlı)
3. Bir doğa afetinin tam o anda vuku bulması için dua etmek. (ateistseniz, bkz:umutsuzluk)
4. Susmak.

Bahsi geçen 'Yöntem', sonuncusu... sükunet (arabik vörjın of saylıns) (of dı şiip) (şaka)

Kişiler aptallıklarını ortaya koydukları, beklentilerinize tecavüz ettikleri ve günahlarının farkında olmadan nefes alabildikleri o dakikada yetişkin tarafınız size bir çağrıda bulunur.
"Hadi ama, daha öncede gördük bu sahneyi, sen sinirleniyorsun, soylu tepkini dile getiriyorsun, karşındaki ya seni anlamıyor ya da yanlış anlayıp haksızlıklarını başka haksızlıklarla pekiştiriyor, sonra kavga, sonra göz yaşları, sonra vicdan azabın ile bireyciliğin arasındaki iç çatışma... ve sonsuz stres"
Sen düşünceli düşünceli kafanı sallarken o devam eder.
"Biliyorsun. Sussan her şey çözülecek. Senin onu dinlediğini düşünecek. fikirlerine katılmasan bile aklından onun haklı olduğunu geçirdiğini sanacak ve en sonunda da yorulup gidecek. Bu kadar basit. Başka bir şeye konsantre ol, mesela duvardaki şu çatlağa; sus; evet, şimdi bitiyor."
--
Soylu bir hareket?
Sanki...
çünkü kavga çıkartacak ya da karşındakini kıracak iğrenç sözler söylememen için yapılan bir fedakarlık bu.
--
Yararlı da bir hareket.
O anda o küçük huzur parçasına gerçekten ihtiyacın var. Gerçekten çeneni kapalı tutmak seni uzayıp giden bir kişilik çatışmasının yükünden kurtaracak.
konuşma özgürlüğünden kendi kendini mahrum bırakmaya daha rahat tahammül edersin.
--
Bir yandan utanç verici.
Kimliğini kendi ayakların altına alıyorsun. Toplum öyle diyor. "İyi bir şey söylemeyeceksen çeneni hiç açma."
Karşındakinin cehaleti, düşüncesizliği, anlamdan yoksunluğu seni çileden çıkarmış olabilir, ama susma emri verilmiş. Toplumda böyle şeylere yer olmaz. Sen kimsin ki de anlayış görmeyeceğini bile bile anlayışsız insanlara karşı savunmaya/saldırıya/kendini ifade etmeye davranıyorsun?
Kişiliğin ne derse desin... hayal kırıklığına bağlı olan tepkilerini dile getiremezsin. susup üzerlerine oturmalısın.
utanç... olabilir. huzurlu olmak istiyorsan huzursuzluk yaratmamalı, utancınla yaşamalısın.
Tarih bunu gösterdi.
Haklı bile olsan, susmayı beceremiyorsan, kısa yaşarsın. Bütün imkanlar elinden alınır, tecrite uğrar, düşman ilan edilirsin.
--
Sustuğunda aldatmacanın tam göbeğindesin. Fikirlerini beyan etmeden aslında bir fikir beyan etmiş sayılıyorsun.
"hı hı."
--
Artık karşı taraf için çalışıyorsun.
Konsantre ol.
Evet çatlak.
Sıva çatlağı.
Çok ilginç.
Neden burada ki?
Sanırım gece ve gündüz ısı farkları.
Hmm, ya bina hakikaten eskidiyse?
Deprem olsa bittik demektir.
--
bitti mi?
--
Şaka gibi.
--
Niye bitsin ki?
Salak mısın?
İnsanların arsız olduklarını bilmiyor musun?
Susma konusunda usta olmadan, aldatma konusunda bir ajanın yeteneklerine erişmeden, kişiliğini cerrahi bir operasyonla vücudundan çıkartıp bir kenara koymadan bunun imkansız olduğunun farkında değil misin?
Sen ne kadar susarsan sus onlar konuşmaya devam edecek.
--
Sonsuza dek susamazsın.
Sen sustukça onlar takdir ya da onay bekleyecek. Vermezsen, ya zorla alacaklar ya da konuşmaya devam edecekler.
--
Burada gerçek bir sapağa geliyoruz.
İki yol. Bir tabela var.
"Geri dönmek isterseniz, kişiliğiniz bıraktığınız yerde. Nefes alıp çenenizi açmanızda ve tüm her şeyinizi dışarıya püskürtmekte serbestsiniz."
Soldaki puslu yolu gösteren okun altında da şu yazıyor: "susmaya devam edenler için; Durak yok, sonu da yok."
Sağdaki karanlık yolu gösteren okun altında ise: "Gerçek Yalanlar Diyarı"
--
Son seçeneğiniz gerçekten yalan söyleme durumunuz.
"...Ya evet, bir yandan haklısın ama işte..."
Bir level sonrasında da konuyu değiştirebilme becerileri.
"...O değil de, Sarkozi'yi duydun mu? Yavrupa Dirliği falan..."
--

Eşşek olmayalım.
Kullanışlı olalım.

Toplum tarafından yaratılan ahlak değerleri, yine o topluma uyum sağlayabilmek üzere yok ediliyor.
Alın size paradoks.

Bu durumda en onurlusu, çok sevdiğim bir bayan arkadaşımın nefretle andığı gibi, dağa çıkıp kendimizi pastoral hayatlara vurmak oluyor.


Cesaretten yoksun, hayatta kalma becerilerinden yoksun bireyler olarak bu da bir seçenek sayılmaz.

Ergo,

"o değil de, tim börtın'ın filmi geliyomuş"


Saygılarımla,
Can Toraman.