Pazar, Eylül 12, 2010

Halk Oynaması



12 Eylül 2010 biterken...
İnternet üzerinde genel bir hazımsızlık hakim. En azından bizim gözlemlediğimiz kadarıyla.
Hazımsızlığın sebebi ise yine naiflik. Bir kısım bizim hayırlı taraf, sanıyordu ki, ucu ucuna evet veya belki de ucu ucuna hayır çıkacak, yüzde elli sekiz kabuslarda bile görünmeyecekti.

Halk, bu tarafın beklentilerinin ötesinde bir gafletle karakteristiklerini ortaya koyduğu için hazmetmekte zorlanılıyor... Doğal olarak.
Öfke var; hüzün var; umutsuzluk var, bizim besleme akışlarında.

Öteki'lerin kanallarında yaşanan büyük sevinci göremiyoruz bile.
Kendi facebook listemde akp yandaşı olan arkadaşları özellikle engellememiştim çünkü bu gibi günlerde "öteki"lerin ne düşündüğünü görebiliyor olmak lazım.
Elbette ki toplu görüntü veya sosyolojik kehanetler için buna lüzum yok.
Genelin yönelimlerini merak ediyorsanız medyayı azıcık izlemeniz yeterli.
İpuçları orada ve birazcık kendinizden sıyrılıp analiz etmenizi bekliyor.

Olacaklar çok öncesinden belliydi. "Ben demiştim," diyorum çünkü gerçekten dedim. Annem babam ve diğerleri başta olmak üzere... Titreyerek şahit olduğum o paradigma striptizini herkese anlattım.

Birkaç hafta öncesiydi. Televizyonda rutin propaganda söylemleri izletiliyor, otobüs tepesi gösterilerinin hemen arkasından o gün o yerdeki insanlara mikrofon uzatılıyordu.

Roman asıllı bir teyze, roman asıllıların oturduğu x mahallesi adına konuştu. "X mahallesi Evet diyor."

Doğruluğuna şüphe etmenin gaflet olduğu bir sözdü bu.
O günkü mitingin romanlarla alakası bile yoktu. Söylemlerde roman açılımından söz edilmemişti bile.
Ama teyze oradaydı.
Açılımı yapan başbakanının yanında...

Roman açılımını sorsanız romanlara, başarılı olmadı diyen de çıkar, oldu diyen de.

Olay zaten kalitede değil. Türk milleti hiçbir zaman kalite sevdalısı olmamıştı.
Olay varlıkta.
Kötü, kokuşmuş, yalanlar ve çürüklerle dolu bile olsa bir şeyin var olması yeterlidir Türk milleti için. O yüzden de oylar satılıktır bu muhtaçlar diyarında. O yüzden enerji değeri düşük olsa bile kömürü görmesi yeterlidir dar kafalının.

Ve haliyle rahat kandırılır.

İpucunun büyüğü de teyzenin demeciydi zaten. Mahalle mahalle güçlerinin topladıklarını gösterdi. Gerçeklerden ve yakın gelecekteki olasılıklardan bihaber herkes gibi evet dediler.

Yo hayır... Hayır diyenlerin gerçekleri ve yakın gelecekteki olasılıkları çok iyi tahlil ettiğini söylemiyorum. Söylemek istediğim yalnızca kandırmacanın ve sonuçların ortada olduğu; hazımsızlığın anlamsızlığı...

Vitrin!
Bir başka ipucu ise gazeteler ve reklam panolarındaydı.
Türkiye'nin en zengin partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin heryeri sarmış olan HAYIR reklamlarını görmüş olmalısınız...
Ne?
Görmediniz mi?
Ha pardon... O, Anayasa Mahkemesi tarafından hazine yardımının yarısı iptal edilmiş olan AKP idi!

İyi ama nasıl olur?

Bana sormayın ama ortada bir suçlu varsa onun kim olduğunu çok iyi biliyorum, size onu işaret edebilirim.
Hürriyet gazetesinde iki hafta boyunca her gün tam sayfa EVET ilanı verilirken, CHP ve MHP'nin o sayfalarda arada sırada görünmesinin perde arkasında bu partilerin şahsi beceriksizliklerinden başka bir şey olamaz.
Reklam panoları da aynı şekilde... 3-4 tane chp reklamını Marmaris'teki panolarda gördüm. Ankara'da ise neredeyse hiç yoktu. Cinnah'ın altında bir tane MHP'nin hayırı vardı ama o da hiçbir şey ifade etmiyordu. Her yer "DEMOGOJİYE EVET"lerle doluydu.

E hani propaganda? Her şeyin güzeli için bkz: Almanya bkz: Sovyetler.
Nazi Almanya'sında ve Sovyetler birliğinde propaganda bakanlığı vardı.
Bakanlık diyorum, Bakanlık!
Toplum mühendisliğinin ne kadar önemli olduğunu yetmiş sene önce fark etmiş insanlar var bu dünyada.

Bizim ülkemizde de var merak etmeyin. En sadık kullanıcısı akp.
Katıldıkları ilk genel seçimde öss derdindeydim (yalan: internet kafelerde sürtüp, kız peşinde koşuyordum) ve ortalıktaki havayı çok iyi hatırlamıyorum. Ama partice katıldıkları ikinci genel seçimlerini çok iyi izledim.
Grafik tasarımın bir okulu olduğunu ve alaylı olarak grafikle uğraşmanın hiçbir işe yaramayacağını o sıralarda öğrenmiştim zaten.
Reklam panoları eşit dağılımlıydı ama gözüme çarpan tek parti AKP idi.
2007 panolarını hatırlayan grafik tasarımcı dostlarınız varsa lütfen sorun, onlar da size aynı şeyi söyleyecektir.
CHP ve MHP'nin "fena olmayan" afişleri AKP'nin ışıltılı ve modern sanat eseri kıvamındaki afişleri tarafından şamar oğlanına dönüştürülmüştü.

Bir partinin afişleri o partinin oy oranını değiştirmeye yetmez mi sanıyorsunuz?
Veya en fazla yüzde bir iki?
Yanılırsınız.
Afiş kısmı bütünün güçlü bir parçası.

Bu dünyadaki her şey olduğu gibi politika da bir satış işlemidir.
Her şeyin bir pazarı ve pazarlama stratejisi olduğu gibi partilerin de vardır.

Nasıl akıllı yönetim kurulları pazarlamaya ve reklama özen göstererek şirketlerini veya ürünlerini bir yere taşıyorlarsa partiler de aynı şekilde bir yol izleyerek kamuoyunu lehlerine çevirmektedir.

Afişleriniz, reklamlarınız, liderinizin hitap yeteneği, promosyonlarınız... Hepsi oy oranınızı ciddi anlamda etkiler.
Elbette ki işsizlik, enflasyon, alım gücü ve sosyal hizmetler gibi şeyler de önemlidir; ancak bu gibi şeyleri doğru oranda tuttuğunuz sürece(ki tutamamak için aptal olmanız lazım... hiç beceremiyorsanız ülkeyi satın, gelen paralar sizi idare eder) gerisi sadece ambalajınıza bakar.

Afişleriniz grafik tasarım okullarında öğretilenleri ciddi ciddi uyguluyor ve dikkat çekiyorsa bir puan...
Reklamlarınızda duygu sömürüsü varsa veya milleti iyi gazlayacak bir sloganı taşınıyorsa bir puan;
Lideriniz hatiplik okulundan mezun olmuş ve hitap nedir biliyorsa bir puan;
Promosyon olarak soğan, patates, buzdolabı, kömür gibi şeyler dağıtıyorsanız bir puan;

Tamam bu oyunları siz yemezsiniz ama kolektif bilinçaltı yer, merak etmeyin.

Arkadaşım Oben İknanın Psikolojisi diye bir kitap önermişti. O kitapta karşılık kuralından bahsediyor. Birisine bir iyilik yaptığınız zaman bu iyiliğin mutlaka karşılık bulacağı...
Kitapta bir çok örnek var. Deneyler, toplumsal olaylar, siyasi oyunlar, vesaire... İnsanın ruh halindeki borçlu kalma dürtüsünün nasıl şekillendiğini açıkça görebilirsiniz.
Yardım isteyen bir kuruluş sokakta insanlara çiçekler hediye ediyor, çiçekleri almak istemeyenlerden geri almayı reddedip "bu size hediyemiz," diyorlar.
Çiçek hediye etme stratejisini izlemeden önce aldıkları paranın basit bir karşılık mecburiyeti ile birkaç kat artması da her şeyi kanıtlıyor.
Amway gibi şirketlerin bedava numune uygulaması ile bugünkü milyar dolarlık konumlarına gelmesi; Jim Jones gibi tarikat liderlerinin müritlerine uzun süreler boyunca destek olarak intihara ikna edecek kadar etkisi altına alabilmesi ve daha birçok şey hediyelerin gücünü kanıtlıyor.

Bizim kömür olayı da böyle bir şey işte. Akp yalnızca bir mühür izi istiyor ve insanlar da rahatlıkla karşılıkta bulunuyor.

Satılmış oylar diyoruz bu tür şeyler için ama aslında suçlu eğitimsiz ve bilinçsiz olan bu insanlar değil. Bütün bunlar bilimin ışığında emin adımlarla ilerleyen, kendisini satmasını bilen bir partinin hak ettiği sonuçlar. Muhalefetin pazarlamadan bihaber kalması da işin diğer boyutu.

Hiçkimse mızmızlanmasın. Dış mihrakları hesaba katmazsak; Akp'nin karşısına testisleri yere sürten bir CEO çıkmadığı sürece sırtları yere gelmeyecek, her seferinde istediği oranları yakalacaklar.

Şimdi fark ediyorum da... Bir Cem Uzan vardı. Şirket sahibi... Pazarlamacı... İşadamı... Ve bir anda yok edildi.
Komple bir Teori işte!


Neyse, keyfinize bakın.
Saygılarımla, Can Toraman.