Pazar, Eylül 12, 2010

Halk Oynaması



12 Eylül 2010 biterken...
İnternet üzerinde genel bir hazımsızlık hakim. En azından bizim gözlemlediğimiz kadarıyla.
Hazımsızlığın sebebi ise yine naiflik. Bir kısım bizim hayırlı taraf, sanıyordu ki, ucu ucuna evet veya belki de ucu ucuna hayır çıkacak, yüzde elli sekiz kabuslarda bile görünmeyecekti.

Halk, bu tarafın beklentilerinin ötesinde bir gafletle karakteristiklerini ortaya koyduğu için hazmetmekte zorlanılıyor... Doğal olarak.
Öfke var; hüzün var; umutsuzluk var, bizim besleme akışlarında.

Öteki'lerin kanallarında yaşanan büyük sevinci göremiyoruz bile.
Kendi facebook listemde akp yandaşı olan arkadaşları özellikle engellememiştim çünkü bu gibi günlerde "öteki"lerin ne düşündüğünü görebiliyor olmak lazım.
Elbette ki toplu görüntü veya sosyolojik kehanetler için buna lüzum yok.
Genelin yönelimlerini merak ediyorsanız medyayı azıcık izlemeniz yeterli.
İpuçları orada ve birazcık kendinizden sıyrılıp analiz etmenizi bekliyor.

Olacaklar çok öncesinden belliydi. "Ben demiştim," diyorum çünkü gerçekten dedim. Annem babam ve diğerleri başta olmak üzere... Titreyerek şahit olduğum o paradigma striptizini herkese anlattım.

Birkaç hafta öncesiydi. Televizyonda rutin propaganda söylemleri izletiliyor, otobüs tepesi gösterilerinin hemen arkasından o gün o yerdeki insanlara mikrofon uzatılıyordu.

Roman asıllı bir teyze, roman asıllıların oturduğu x mahallesi adına konuştu. "X mahallesi Evet diyor."

Doğruluğuna şüphe etmenin gaflet olduğu bir sözdü bu.
O günkü mitingin romanlarla alakası bile yoktu. Söylemlerde roman açılımından söz edilmemişti bile.
Ama teyze oradaydı.
Açılımı yapan başbakanının yanında...

Roman açılımını sorsanız romanlara, başarılı olmadı diyen de çıkar, oldu diyen de.

Olay zaten kalitede değil. Türk milleti hiçbir zaman kalite sevdalısı olmamıştı.
Olay varlıkta.
Kötü, kokuşmuş, yalanlar ve çürüklerle dolu bile olsa bir şeyin var olması yeterlidir Türk milleti için. O yüzden de oylar satılıktır bu muhtaçlar diyarında. O yüzden enerji değeri düşük olsa bile kömürü görmesi yeterlidir dar kafalının.

Ve haliyle rahat kandırılır.

İpucunun büyüğü de teyzenin demeciydi zaten. Mahalle mahalle güçlerinin topladıklarını gösterdi. Gerçeklerden ve yakın gelecekteki olasılıklardan bihaber herkes gibi evet dediler.

Yo hayır... Hayır diyenlerin gerçekleri ve yakın gelecekteki olasılıkları çok iyi tahlil ettiğini söylemiyorum. Söylemek istediğim yalnızca kandırmacanın ve sonuçların ortada olduğu; hazımsızlığın anlamsızlığı...

Vitrin!
Bir başka ipucu ise gazeteler ve reklam panolarındaydı.
Türkiye'nin en zengin partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin heryeri sarmış olan HAYIR reklamlarını görmüş olmalısınız...
Ne?
Görmediniz mi?
Ha pardon... O, Anayasa Mahkemesi tarafından hazine yardımının yarısı iptal edilmiş olan AKP idi!

İyi ama nasıl olur?

Bana sormayın ama ortada bir suçlu varsa onun kim olduğunu çok iyi biliyorum, size onu işaret edebilirim.
Hürriyet gazetesinde iki hafta boyunca her gün tam sayfa EVET ilanı verilirken, CHP ve MHP'nin o sayfalarda arada sırada görünmesinin perde arkasında bu partilerin şahsi beceriksizliklerinden başka bir şey olamaz.
Reklam panoları da aynı şekilde... 3-4 tane chp reklamını Marmaris'teki panolarda gördüm. Ankara'da ise neredeyse hiç yoktu. Cinnah'ın altında bir tane MHP'nin hayırı vardı ama o da hiçbir şey ifade etmiyordu. Her yer "DEMOGOJİYE EVET"lerle doluydu.

E hani propaganda? Her şeyin güzeli için bkz: Almanya bkz: Sovyetler.
Nazi Almanya'sında ve Sovyetler birliğinde propaganda bakanlığı vardı.
Bakanlık diyorum, Bakanlık!
Toplum mühendisliğinin ne kadar önemli olduğunu yetmiş sene önce fark etmiş insanlar var bu dünyada.

Bizim ülkemizde de var merak etmeyin. En sadık kullanıcısı akp.
Katıldıkları ilk genel seçimde öss derdindeydim (yalan: internet kafelerde sürtüp, kız peşinde koşuyordum) ve ortalıktaki havayı çok iyi hatırlamıyorum. Ama partice katıldıkları ikinci genel seçimlerini çok iyi izledim.
Grafik tasarımın bir okulu olduğunu ve alaylı olarak grafikle uğraşmanın hiçbir işe yaramayacağını o sıralarda öğrenmiştim zaten.
Reklam panoları eşit dağılımlıydı ama gözüme çarpan tek parti AKP idi.
2007 panolarını hatırlayan grafik tasarımcı dostlarınız varsa lütfen sorun, onlar da size aynı şeyi söyleyecektir.
CHP ve MHP'nin "fena olmayan" afişleri AKP'nin ışıltılı ve modern sanat eseri kıvamındaki afişleri tarafından şamar oğlanına dönüştürülmüştü.

Bir partinin afişleri o partinin oy oranını değiştirmeye yetmez mi sanıyorsunuz?
Veya en fazla yüzde bir iki?
Yanılırsınız.
Afiş kısmı bütünün güçlü bir parçası.

Bu dünyadaki her şey olduğu gibi politika da bir satış işlemidir.
Her şeyin bir pazarı ve pazarlama stratejisi olduğu gibi partilerin de vardır.

Nasıl akıllı yönetim kurulları pazarlamaya ve reklama özen göstererek şirketlerini veya ürünlerini bir yere taşıyorlarsa partiler de aynı şekilde bir yol izleyerek kamuoyunu lehlerine çevirmektedir.

Afişleriniz, reklamlarınız, liderinizin hitap yeteneği, promosyonlarınız... Hepsi oy oranınızı ciddi anlamda etkiler.
Elbette ki işsizlik, enflasyon, alım gücü ve sosyal hizmetler gibi şeyler de önemlidir; ancak bu gibi şeyleri doğru oranda tuttuğunuz sürece(ki tutamamak için aptal olmanız lazım... hiç beceremiyorsanız ülkeyi satın, gelen paralar sizi idare eder) gerisi sadece ambalajınıza bakar.

Afişleriniz grafik tasarım okullarında öğretilenleri ciddi ciddi uyguluyor ve dikkat çekiyorsa bir puan...
Reklamlarınızda duygu sömürüsü varsa veya milleti iyi gazlayacak bir sloganı taşınıyorsa bir puan;
Lideriniz hatiplik okulundan mezun olmuş ve hitap nedir biliyorsa bir puan;
Promosyon olarak soğan, patates, buzdolabı, kömür gibi şeyler dağıtıyorsanız bir puan;

Tamam bu oyunları siz yemezsiniz ama kolektif bilinçaltı yer, merak etmeyin.

Arkadaşım Oben İknanın Psikolojisi diye bir kitap önermişti. O kitapta karşılık kuralından bahsediyor. Birisine bir iyilik yaptığınız zaman bu iyiliğin mutlaka karşılık bulacağı...
Kitapta bir çok örnek var. Deneyler, toplumsal olaylar, siyasi oyunlar, vesaire... İnsanın ruh halindeki borçlu kalma dürtüsünün nasıl şekillendiğini açıkça görebilirsiniz.
Yardım isteyen bir kuruluş sokakta insanlara çiçekler hediye ediyor, çiçekleri almak istemeyenlerden geri almayı reddedip "bu size hediyemiz," diyorlar.
Çiçek hediye etme stratejisini izlemeden önce aldıkları paranın basit bir karşılık mecburiyeti ile birkaç kat artması da her şeyi kanıtlıyor.
Amway gibi şirketlerin bedava numune uygulaması ile bugünkü milyar dolarlık konumlarına gelmesi; Jim Jones gibi tarikat liderlerinin müritlerine uzun süreler boyunca destek olarak intihara ikna edecek kadar etkisi altına alabilmesi ve daha birçok şey hediyelerin gücünü kanıtlıyor.

Bizim kömür olayı da böyle bir şey işte. Akp yalnızca bir mühür izi istiyor ve insanlar da rahatlıkla karşılıkta bulunuyor.

Satılmış oylar diyoruz bu tür şeyler için ama aslında suçlu eğitimsiz ve bilinçsiz olan bu insanlar değil. Bütün bunlar bilimin ışığında emin adımlarla ilerleyen, kendisini satmasını bilen bir partinin hak ettiği sonuçlar. Muhalefetin pazarlamadan bihaber kalması da işin diğer boyutu.

Hiçkimse mızmızlanmasın. Dış mihrakları hesaba katmazsak; Akp'nin karşısına testisleri yere sürten bir CEO çıkmadığı sürece sırtları yere gelmeyecek, her seferinde istediği oranları yakalacaklar.

Şimdi fark ediyorum da... Bir Cem Uzan vardı. Şirket sahibi... Pazarlamacı... İşadamı... Ve bir anda yok edildi.
Komple bir Teori işte!


Neyse, keyfinize bakın.
Saygılarımla, Can Toraman.

Cumartesi, Ağustos 14, 2010

Porno Savaş





Time dergisi savaş pornografisi yapmakla suçlanıyor.

-

Resimdeki kapak Ayşe adında on sekiz yaşında bir Afgan kıza ait. Şer-i meseleler ile Taliban tarafından burnu kesildiği iddia ediliyor ve artık kendisi yalnızca bir trajedi konusu değil, aynı zamanda bir de medya meselesi...

Haberin ana başlığı "What happens if we leave Afghanistan?"
Yani "Afganistan'dan çıkarsak neler olur?"

Kapaktaki kızcağızla ilgili Time'da Aryn Baker tarafından kaleme alınmış yazının genel içeriği malum: Afganistan'da kadınların çektikleri ve dolayısılya "Taliban".

Görme kabiliyetinde sorun olmayanlar için de Time'ın bunu kapak yapması açık bir ifade yaratıyor: "Savaş mı? Ne savaşı? Kadınların burnunu kesiyorlar ve sen hala savaş diyorsun!" mesajı.

Lafı pornografiye getirmeden önce eklemem gereken başka bir şey var.
Bu haberle ilgili Savaş Pornografisi tabiri daha öncesine dayanıyor, amma, New York Observer gazetesi işin başka bir boyutunu daha öne çıkarmış.
Aryn Baker'ın kocası Afganistan'da IT sektöründe yer alan oldukça nüfuslu ve yabancı yatırımcılarla sıklıkla iş yapan bir kişiymiş.
Dolayısıyla Aryn Baker savaş karşıtı olmayıp, savaşı haklı çıkaran haberler yapmakla kâr ediyor, kazanç sağlıyormuş.
Bu da iddia edilene göre Savaş Pornografisine bir kanıtmış.

-

Fear Mongering, diyorlar Time'ın yaptığı bu işgüzar haberler için. Yani "Korku Tüccarlığı"...

Peki ya durum gerçekten de böyle mi?

-

Afganistan.

Benim için Afganistan Cinnah Caddesi ile Hava Sokak'ın köşesinden ibaret değil elbette ki ama size şunu söyleyeyim, basit bir güzergâh bile bir şeyler anlatabiliyor.

Hava Sokağın altındaki evime gidebilmek için bir üst sokaktan yani Afganistan Büyükelçiliğinin bulunduğu sokaktan geçmem gerekiyor.
NATO kuvvetlerinin Afganistan'a atladığı 2001 yılından beri o noktada değişik pek çok şey ile karşılaştım. İçlerinden en uyarıcı olanı ise İşgal'in ilk zamanlarında bir gün Afganistan Elçiliğinin bayrağı olmadığını görmem oldu.

İlkokuldayken öğretmenimiz şöyle bir laf etmişti: "Bir ülkede göklerde bayrağının dalgalanması o ülkenin bağımsızlığına işarettir."
Evet ilkokuldaydım ve kusura bakmayın rüzgarsız günlerde oldukça üzgün olurdum.
Ciddiyim.
Yani başımı kaldırıp bir bayrak direğine baktığımda şayet o bayrak orada dalganmıyorsa "ya, şimdi yani biz, tam olarak, bağımsız değiliz." diye içimden geçirir, halimize üzülürdüm.

Tabi yıllar geçti ve bağımsızlığın rüzgarla alakalı olmadığını; tamamiyle, ülke öz kaynaklarında var olan ekonomik potansiyelinizin bizim tarafınızdan kullanılıp kullanılmadığı gerçeğiyle alakalı olduğunu öğrendim. (bkz: özelleştirilip rüzgara satılmak)

Yine de düşünün bir kere, bilinçaltım bir ülkenin en büyük değerini bayrağıyla özdeşleştirmiş halde ve komşum olan elçilik bir mezarlık kadar sessiz, bayrak direği ise çöller gibi ıssızdı...

Bir sorun vardı.

Dünyanın orta yerinde bir ülkenin bağımsızlığı elinden alınmıştı ve bütün savaş haberlerine rağmen ortalık sessizdi.

-

Burada savaşı ya da savaşmamayı haklı çıkarmaya çalışmıyorum.
Aryn Baker'ın makalesini okudum, o da böyle bir şey yapmaya çalışmıyor.
Ancak, Time'ın meselesi ise farklı olabilir; çünkü Time bir güç odağı ve güç odakları toplumsal bilinçaltını dürtüklemeden konumlarını koruyamazlar.
(denge meselesi.)

Bu yüzden, evet, Fear Mongering, Korku Tüccarlığı... bir gerçek.
Çünkü;

Savaş'ın çıkaranlar tarafından ne kadar kârlı bir iş olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Hele o savaşın ertesinde bir de girdiğiniz ülkeyi yeniden inşa etmeye başlamışsanız köşeyi bin defa dönersiniz.
(Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği mezunu olan babam hep der: "Bizim dönemden mezun olanlar arasında makine ile uğraşanlar pek bir şey yapamadılar ama aralarından inşaat sektörüne kayanların hepsi ihya oldu." Çevrenizdeki müteahitlere bir bakın lütfen...)

Bu yüzden birileri zenginliğini korumak, zenginliğini arttırmak istiyor ve savaş sayesinde de bu işi yeterince başarılı bir biçimde yürütüyor.
Bir şirket değil bin şirket kazanıyor bu işten.
Ve neredeyse hepsi de birbirini kolluyor. Kimisi medya kollarıyla bilinçaltını dürtüklüyor, kimisi çok konuşan medyatik bir kurumu kaynakları ile tehdit ediyor.

Konu yalnızca para mı?
Elbette ki, hayır.

Bir de NATO kuvvetlerinin pipilerini çıkartıp boylarını bütün dünyaya göstermesi de söz konusu. Bu da başka türlü bir savaş... Başka bir kazanç kapısı...
"Biz varız ve işte bizimki Afganistan'ın bir ucundan diğer ucuna kadar uzanıyor!" lafını seslendirmek, kendini ispatlamak, dünya dengelerine karşı balans ayarı yapmak...

Konu güç.

İşin kötüsü (veya belki de doğal olanı) bütün bu güç oyunu yalnızca bu çağa ait değil.
Binlerce yıldır aynı terane dönüyor ve insanlara Tarih dersi yalnızca milli duyguları pekiştirmek adına masalsı bir tonda verildiği için kimse anlamıyor.
Yalnızca Türkiye'den bahsetmiyorum; bütün dünyada bu böyle.
Herkes sanıyor ki, "Amerike işte, Yahudiler işte, veya Vatiken, kömünistler de olabilir, geyler falan..."

"Sıkmayın canınızı," diyesim geliyor bu insanlara.
Bu tavır hep vardı.
Çarlık Rusyası bile "Vah yazık şu Bulgarlara," diyerek Osmanlıyı dürttü. Sonra da çok sevgili müttefiklerimiz olan İngiltere, Fransa falan "Canım Osmanlı kötü durumda arkadaşlar," diyerek bize yardım etti.
İnandırıcı geliyor mu kulağa?

Bir bakıma biraz kafası çalışan bu insanlar elbette "delivering democracy", "liberating people" ezgilerini dinleyecek ve içten içe küplere binecek, savaş karşıtı olacaklar.

Siz istediğiniz kadar savaş karşıtı olun... Bahse varım önceden hesaplanarak sizin varlığınızın bile toplumsal bilinçaltının sessizce sinirlenmesi ve pasifist tepkileri için gerekli olduğuna kanaat getirilmiştir.

Buraya kadarına ister pragmatizm deyin, ister nihilizm...

Ama işte gerçekler başka.

Gerçekler...

-

...PORNO!

hehey.

Time'a kapak olmak o kadar kolay bir iş değil. İnternette bir sürü şablon var; içine kendi resminizi koyuyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki: "TIME'a kapak olmuşsun!"

İnsanlar olarak biz gösterişe biraz açız.
(Nefret ediyorum bu tür genellemeler ve özelleştirmelerden. Sanki bütün suç insan olmaktaymış gibi! Tavuskuşunun erkeğini düşünün bir hele! O kuyruk ne öyle? Bir de bize derler gösteriş meraklısı diye!)
(Her neyse.)
Bu açlık bilinçaltımızdaki son derece doğal ancak bir o kadar da fantastik bir sürü bağlamın da habercisi...

Porno, bir kere!

Lütfen kendinizi sorgulayın; beş harfli bir kelime olarak bu kadar ilgi çekici başka hangi kelime olabilir?

Ve işte Time Savaş Pornografisiyle suçlanıyor.

Centerfold diye tabir ettiğimiz, porno dergilerin orta yerinde yer alan katlanmış uzun sayfalar vardır. Nasıl bizde arka sayfa güzeli gibi bir şey varsa onlarda da "centerfold güzeli" bulunur.
Bu noktada Ayşe denen kız da Time'a kapak ama maalesef Savaş Pornografisine "centerfold" oluyor.

Bu yazıyı okuyanlar arasında son derece "elit"(!) ve dolayısıyla artık kendini nihilist bakış açılarına kaptırmış kimseler var olabilir. Sözüm onlara değil.
Ama düşünün...

Türk askerinin Kurtuluş Savaşındaki kahramanlıkları anlatılırken göğsünüz erkeksi bir gururla dolmadı mı?
Dumlupınar'dan öte Yunanlıları deniz yönüne doğru nasıl sürüldüğünü dinlerken ağzınızın suyu akmadı mı?
İstanbul'un fethinde "Surlara atılan ilk topu biz kullandık," dendiğinde belki de bir defaya mahsus olsa bile dünyanın en gelişmiş teknolojisini kullanmış olmamız ne de zeki olduğumuzu düşündürmedi mi?

Benim cevabım evet.
Normal şartlar altında tarihimizin cinsel bir anlamı olamaz. Çünkü o tarihtir. Bir cetvel ve bu cetvel üzerindeki olaylar dizisi...
Ama biz insanların psikolojisi çoğu zaman görünürdeki anlamlardan sapar.
Bazen kendi tarihimizi dinlemek bile zihinsel tahrike sebep olur, Ego Boost, yani Ego patlaması yaşatır.
(salaklar için tercüme: Bir yerlerinizden sıvı akmasını ya da damarlarınızın sertleşmesini kast etmiyorum. ruhsal tatminin de cinsel bir boyutu vardır.)

Savaşın bütün hali acıdır. Yaşayanlar bilir.

Ama savaşı dinlemek insanda porno izleme etkisi yaratır.

Hayallere dalarsınız.
"...red headed secretary removing panties and giving head..."

Porno budur.
Bir anlığına orada olduğunuza inanır ve siz olsanız neler neler yapacağınızı düşlersiniz.

Eğilerek masaya yaslanmış o "obje" gibi, makineli tüfeğinizin hizasındaki düşmanlar da birer insan değil, sadece ve sadece seksüel rahatlığa ulaşmanıza yardımcı olacak soyut kütlelerdir.

Medya da bunu sunuyor. İster Time olsun, ister New York Observer, ister Hürriyet, ister Milliyet... Hayır, biz sürekli şehit haberi alıyoruz, kastım onlar değil çünkü pornografik yanları pek yok.
Kast ettiğim şey diğerleri.
Diğer insanların şehit dediği, ama bize göre leş sayılanlar.

Atılan bombalar ve ölen binlerce düşman...

Sizi öldürmek istemiş olup, özgürlüğünüze, değerlerinize ve sevdiğiniz her şeye göz dikmiş insanların yok oluş, tükeniş haberleri...

Porno.

Bir sürü kişi tanıyorum Irak'ta Amerikan Askerlerine saldırıldığı haberini duyunca bundan keyif alan.

Bu insanlar kadar bir o kadar da Amerika'da var. Onlar da ölen direnişçilerin haberlerini aldıklarında keyifleniyorlar.

Ve porno sadece ölümlerle sınırlı değil.
Burnu kesilen kızın acısı da kimi insanlar için bir porno yolu. Erotika belki de.
Düşlüyorlar, kızı koruma altına almış NATO korumasındaki Afgan sığınma evlerinde dağıtılan iyilikleri...
Düşlüyorlar, Taliban'a karşı verilen savaşa ayrılan kaynaklar ne de önemli, diye.
Düşlüyorlar, batının getirdiği adaleti ve düşmanları arasındaki adaletsizliğin bu tavrı ne kadar da haklı çıkardığını...

Erotik Porno.
Savaş ve Savaş ötesi bütün sosyal durumların haber yoluyla size taşınması...


-

Mister Time'ın Savunması

Time Warner dünyanın ikinci büyük medya devidir.
Etkisi altında milyonlarca insan vardır ve her gün, her dakika bu milyonlarca insana haber ve diğer hizmetleri yetiştirir.
CNN, HBO, Warner Bros, Time Magazine ve benzeri gibi birçok etkili markanın sahibi ve idare edicisidir.

Time Warner, toplumsal bilinçaltına inanmıyorsanız, yalnızca büyük bir şirkettir.

Şayet inanıyorsanız, Time Warner diğer devlerle beraber dünyayı yönetmektedir ve kimse de ne aksini iddia edebilir ne de bu duruma karşı gelebilir.


Şimdi...
Buraya kadar Time Warner şirketi yönetimindeki Time'ın ne kadar kötü, ne kadar şeytani, ne kadar gey olduğunu falan kast ettik. Değil mi? (yanıltma sorusu)

Bugün Time'da ufak bir resim dizisi var. Okuyuculara "İftar" nedir, bunu gösteriyor.
Time'ın şeytan olmadığının bir kanıtı olabilir mi bu?
Okurlarının büyük çoğunluğu Batı'lı olan dergi bu kişileri doğu kültürüne yabancılaştırmak yerine bir aşinalık havası yaratmaya çalışmıyor mu?
Bence "farklılıkları öne çıkartıp yabancılaştırma yaratıp empati kurmayı engelleme" gibi bir durum değil bu.
Bir batılı olarak, isteseniz de istemeseniz de, iftar için çalışan insanların yüzlerindeki son derece masum ifadeleri gördüğünüzde empati kuracaksınız.
Onların varlıkları ve kendi hallerindeki yaşamları bilinçaltınıza kazınacak.

Bu savaş yanlısı bir duruş değildir.

"Ama ya Ayşe?"

Sözümün sonuna gelirken elbette buna da bir cevabım var.

İlk okuduğum çizgi roman şu on bölüm basılmış renkli Türkçe Örümcekadam'dı.
Lafı uzatmaya lüzum yok, hepimiz örümcekadamı seviyoruz tamam.
Ama belki de onu sevmemize sebep olan en dikkat çekici şey amcasının o hatırlanası nasihatiydi:
"With great power there must also come great responsibility"
"Büyük güçle beraber büyük sorumluluk da gereklidir"

Şimdi düşünün, Amerika ne Afganistan'a ne de Irak'a girdi.

Afganistan Taliban yönetimi altında...

Kendinizi Ayşe'nin yerine koyun.
Evden kaçtığınız için kulaklarınızı ve burnunuzu kesiyorlar.

Sonra?

Sonra ise kaçacak hiçbir sığınma eviniz olmayacak çünkü NATO güçleri meydanda yok ve meydanda olan baskıya göre de siz bir "orospu"dan ibaretsiniz.

Ayşe'yi bir gece Kabil'de sokakta çöpleri karıştırp ağlarken hayal edin.
Onu öyle hayal edin ki lanet etsin her şeye.
Hayal edin ki NATO'nun kendi vatan toprakları işgal ettiğini hayal etsin.
Nefreti, kini ve acziyeti hissedin.

Evet, herkes iki yüzlü, evet o işgaller esnasında çocukların tepelerine bombalar yağdı...
Ama Ayşe'nin yerinde olsanız, gerçekten de bütün gururunuz ayaklar altına alınmışken "İnsanlık gururu" diye bir şeyi düşünür müsünüz?

Belki Time sorumluluğunu yerine getiriyor; belki de yalnızca kâr amacı güdüyor.

Bütün bunlar birer fikir.
Yani nefes almanız kadar gerçek olmayan şeyler.

Olmayan bir burun aracılığıyla nefes almaya çalışan ise Ayşe ve onun gibi zulme uğramış diğerleri...

Pornografik bir öğeye dönüşmeniz bile umursanacak bir şey değil.

Gerçek olan geriye kalan etiniz ve onunla ne yapabileceğiniz.