
Bunlar Dekatora.
Etimolojisini açıklamak istediğimde o eski fıkra geliyor aklıma.
[90'larda dikkatli bir çocuk veya genç değildiyseniz bu fıkranın bir kısmını anlamayacaksınız. Sayfa 79'a devam edin. (hah!) ]
Sene 1990. Temel Amerika'dan dönüyormuş, onu havaalanında karşılasın diye Dursun'u aramış. Tabii o dönemlerde hatlar bugünkü gibi değil. Telefon uzunca bir süre bağlanamamış; bağlandığında da cızırtılı, ekolu rezalet bir irtibat olmuş. Sesler duyulmuyor, söyledikleri anlaşılmıyormuş. Neyse. Dursun sormuş, "Temel hangi firmayla geliyorsun?"
Temel de cevaplamış "Pan Am!" Dursun duymadığı için, bağırmış, "Nee?" Temel yeniden seslenmiş "PAN AM!" Dursun anlamamış "Ney ney?" Temel bağırmış bu sefer "PAN AM!" Dursun isyan etmiş, "Temel anlamıyorum, kodla da söyle şunu!" Temel sinirlenmiş tabii; avaz avaz bağırmış: "Panda'nın Pan'ı. Ananın...-"
Dekatora: Dekarosyon'un dekası, Torakku'nun Torası. Torakku bildiğin kamyon. Japon kamyon şoförlerinin hepsi olmasa da bir kısmı böyle araçlarla japon karayollarında direksiyon sallıyor. Krom kaplı aparatlar ve süsler, yüzlerce renkli LED, airbrush resimler... Şöyle bir iç geçirip "Japon'un kamyoncusu bile bir başka yahu!" diyebilirsiniz. Merak etmeyin, bu sizi kesinlikle vatan haini veyahut ecnebi özentisi kılmayacaktır. Çünkü göz var, izan var. Japon kamyoncusunun ekmek teknesini farklı dekore ettiği bir gerçek.
Bizimkilerden daha mı iyi peki? Daha mı güzeller? Onun cevabı burada değil, şahsınızda gizli! Yani siz ne derseniz o.
Ama tutup da işi "Sanat eseri lan bunlar!" boyutlarına taşımamak lazım. Haksızlıktır. Düzenbazlıktır.
Algıda Günahkarlık... Ama neden?
Çok sık yapılıyor. Yani... 'Sanatı elitlerin hegemonyasından kurtaracağız,' diye çok canlar yakılıyor.
Ota boka sanat denmesinden bahsediyorum. Genel kanı çerçevesinde kabul görmemesi muhtemel olan bir obje alınıyor; alkışlanıyor ve sonra da alkışlatılıyor. Sanki çok möhim bir kelimeymiş gibi "İşte san'at" deniliyor. (bkz. Kelimenin içini boşaltma)
Amaç belli.
Tamam. Muhalif olacağım, aykırı olacağım diyebilirsiniz. Hepimiz o fazdan geçtik veya geçiyoruz... Ama bunun için yerlere yatmaya gerek yok. Ayakta da aykırı olabilirsiniz.
Sanat nedir falan diye sormuyorum hem ayrıca.
Sanat tarihi hocasına veya neo-bişey akımına mensup sanatçıya sorsanız birbirinden farklı ama aynı derecede sinir bozucu cevaplar alırsınız. Herkesin kendine göre kriterleri var.
Kabul.
Ama ya sınırınız?
En aşağı neyi takdir edeceksiniz?
En çirkin neye "Bu değil ama!" diyeceksiniz?

Dur hele! Saykıdelik Rak Açıyorum...
Bana sorarsanız, kamyon dekorasyonu denen şeyin sanat ile bir alakası olamaz. Ne burada, ne Japonya'da! İşte bu yüzden de kamyonuna yazılar yazan, dere tepe resimleri çizdiren veya fütüristik ekipmanlar ekleten kişinin yaptığına "kötü sanat" veya kitsch veya başka bir halt diyemeyiz.
Yine bana sorarsanız, bu şeyler güzeldir. Sanat adına değil, varlık amaçları adına... Renkli, farklı, bir amaç için var olan, içindekinin ruh halini yansıtan şeyler...
Büyük sözler bunlar, beylik denen cinsten. Yani sanat adına... Ağzıma yakışır mı? Sanatın evrenselliğinden falan bahseden, umuda ve estetik inancına sahip olan onca insanın karşısında söylemek kolay mı?
Soruyorum:
Simsiyah tuvale sanat diyen modern sanat simsarı kadar korkunç değil mi kamyon şasisine iki tane oya koyulmasını yücelten Çakma Anadolu Hipster'i?
Dur. Olayı basitleştiriyorum.
Koyu kızıl duvarlar, ahşap dokusu ile tıklım tıkış bir kafedeyiz. Duvarlarda ergen Hollywood filmlerine ait afişler, sarkastik ihtarlar, isyankar manifestolar var. Sigara dumanı havada asılı kalmış, kıpırdamadan duran bir bulut. Gürültülü insanlar. Kadife ceketler. Sakallar. Kahve bardakları bir dudağa bir masaya değiyor.
Adam diyor ki "İnsanın yaptığı her şey sanat. Simitçinin ıslıkla çaldığı türkü bile! Birisi, bir diğerinden daha önemli olamaz."
Sonra Pink Floyd'dan bir şeyler çalıyor. Adam dinlerken kendinden geçiyor. "Ee abi," diyorsun. "Bu da sanat o da sanat değil mi?"
Tereddüt etmeden "Evet," diyor adam.
"David Gilmour sana o hazzı yaşatmak için 'bir hayat' tüketti. Bir şeyler yaşadı. Bir şeyler yaşattı. Parçalandı, birleşti. Kırdı, kırıldı. Maddeler kullandı. Belki birkaç defa ölümün kıyısından döndü. Düşündü, düşledi. Sonra senin dizlerini titreten o şarkıları yazdı. Ve sen şimdi diyorsun ki, simitçinin içli ıslığı ile Comfortably Numb aynı şey. İkisi de san'at. İkisi de yaratımın bir ürünü. İkisi de insani açıdan aynı kıymette. Öyle mi?"
Adam yutkunuyor, ağzını açacak gibi oluyor.
"Biliyorum. Sanat diye tanımladığın bir şeyin illa ki güzel olmasına lüzum yok. Asıl olay ne biliyor musun? Sanat diye bir şey yok. Yani o sanat, bu sanat... Bunlar yalan.
Ama bir anlığına evrenin biraz daha anlamlı bir yer olduğunu, bir anlığına yaşamlarımızın bir kıymeti olduğu yalanına inanırsak... Sence de o kelimeye ihtiyacımız yok mu? Yani madem yalan söylüyoruz bari bu yalanlara bazı kıstaslar getirelim. Mesela anlamsız bütün insan üretimlerine sanat diyelim. Hah işte... Burada aynı anda konuşuyoruz. Fakat ben bir noktayı reddediyorum. Her şey olmamalı. Çünkü biz insanlar bu kelimeyi bir onur nişanı olarak, bir yüceltme sembolü olarak kullanıyoruz. Ben içli ıslık türküsünü yüceltmek istemiyorum. Çünkü bir skim emek yok o işte. Ne zihinsel ne de fiziksel olarak. Ayrıca bir skim arkaplan da yok o işte. Yani, hangi bütünün parçası o, diye sorsam cevap bulamam. Hah işte Sanat sanat diye destursuz anılmasın dediğim kelam da bu! Birileri hayatını bu işe adıyor, bir şeyler üretiyor... Kelimeleri, notaları, çamuru alıyor, anlam oluşturacak şekilde birbirine bağlıyor. Üretim evrim geçiriyor; sudan karaya çıkıyor... Anlamlar değişiyor, derinleşiyor, bazen basitleşiyor ama hiçbir zaman birikimini yitirmiyor. Bu süreçte organizmalar tarafından milyarlarca kilo kalori enerji harcanıyor... Eser böyle oluyor. Sanat bu oluyor.
Buralara yaz günü kar yağıyor canım, ölene kadar seni bekleyemem, değil yani. Anladın mı?"
Sessizlik.
Kimse bir şey söylemiyor.
Tam o esnada internette bir video dolaşmaya başlıyor. Serdar Ortaç konser kaydı. Another Brick In The Wall'u söylüyor.
Aynı anda Şili'de bir yanardağ patlıyor. Depremler. Tayfunlar. Kasırgalar. Viral reklamlar.
Derken birisi çıkıyor ve tüküre tüküre konuşuyor:
"Sanatçı kamyon şoförlerini seviyorum. Japonları da. Bizimkilerin atası pehlivan, bunların samuray, ne farkı var? 'Arıza Geni' bütün memleketlerde ortak değil mi hacı?"
- dedi Can Toraman Torakku
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder